28 Aralık 2013 Cumartesi

Şikayetim var!



     Ne kadar söylenirsen o kadar söylersin, ne kadar üzülürsen o kadar üzersin, ne kadar mutsuz olursan o kadar mutsuz edersin. Ne yazık ki doğanın kanunu böyle. Ya mutlu olmayı bileceksin küçük şeylerden ya da sevindiğin ne kadar şey varsa gün gelecek seni pişman edecek.
     Sevgilin seni her gün aramıyorsa, bu sebepten tartışma yaratıyorsan gün gelecek hiç aramayacak. Aradığı günlere bile sevinir hale geleceksin. Diyelim ki ailenin sana sürekli karışmasına kızıyorsun, evden ayrılacaksın. Bu sefer de aramadıklarında merak edeceksin, ya da özleyeceksin.
     Neden elimizdekilerle mutlu olmayı beceremiyoruz? Neden hep kaybettiğimizde anlıyoruz önemli şeylerin değerini? Keşke uzaktan kumandamız olsaydı da bazı anları durdurup bazı anları geri alabilseydik... Uzaktan kumanda meselesini hep düşünmüşümdür. Zamanı durdurmak istediğim o kadar güzel anım oldu ki, o anlardan bir sürü olsaydı da geri almak istediğim zamanlarla değiştirebilseydim.
     Hiç çok utandığınız ya da orada ölmek istediğiniz bir anınız oldu mu? Başınızdan kaynar sular döküldüğünü hissettiğiniz ya da? Sonrasında onlar da unutulmuştur, güzel anların zamanla unutulduğu gibi...
     Hiçbir şeyi kafaya takmayın, geçmişe bir çizgi çekin, önünüzdeki hayata odaklanın, küçük şeylerle mutlu olun gibi klişe laflara hiçbirimiz uymuyoruz, biliyorum. Zaten bunları söylemek de çok saçma. Biz yine imkansıza, zorluklara ya da ne bileyim en üzen olaylara kapılacağız, yine pişman olacağız. İstediğiniz kadar kitap okuyun, yine inatçı ruhumuzla hareket edeceğiz. Bu bizim doğamızda var, ne yapalım yani? Ne kadar attan düşersek düşelim, yine binmeye çalışacağız. Kendimiz düşelim yeter ki...
     Yenilen pehlivan güreşe doymaz. Ben ne kadar yaşadığınız anın değerini bilin desem de siz yine bilmeyeceksiniz, aynen benim yaptığım gibi. O yüzden şikayet ettiğimiz ne varsa özleyeceğiz...

17 Kasım 2013 Pazar

Sevmiyorsan Git Konuş Bence...

Merhabalar... Bir önceki yazımda hayatımdaki temel taşları yerine oturttuğumu yazmıştım. Ne kadar mutluymuşum o zamanlar.... "Davulun sesi uzaktan kulağa hoş gelir" diye bir söz vardır. Benimki de aynen öyle. İşi buldun da her şey bitti mi? Asıl olay işi bulduktan sonra başlıyormuş.

Keşke iş bulmakla bitseydi tüm meseleler... Gelelim olaylara... İşe başladık güzel hoş da adaptasyon süreci olmalıdır bir işte değil mi? Sanırım bu şirkette öyle bir olay yok. Daha önce hiç yapmadığım bir işte sanki yıllardır çalışıyormuşum gibi sorular sorulmaya başlandı ilk haftalarımda. Fransız olmakla Arap olmak sınırlarında gezerken ben, işleri yaşayarak öğrenmeye başladım. Hani ilkokula başladığında daha alfabeyi öğretmeden cümle yazmanı istemeleri gibi bir şey... Neyse ben deneyimle iş akışını öğrenmeye çalışırken bu sefer de patron gelip nedenini bilmeden yaptığım bir iş için beni azarladı. Tabi bu bir seferlik bir olay değil. Devamı da her gün geldi. Sadece patron olsa iyi diyeceğim ama bu sefer bana olayları tam olarak anlatmayan insanlar da köstek olmaya başlayınca kendimi şamar oğlanı gibi hissedip evde bunalım yaşamaya başladım. Kafama koymuştum istifa etmeyi. Hatta her sabah işe giderken "Bugün kesinlikle konuşacağım. Yarın da ooh öğlene kadar uyurum." diye hayal kuruyordum. Her gece kuzenimle iş başvurusu seansları düzenleyip cv güncelliyorduk. Derken bir gün babam beni gaza getirince açıldım yöneticime.  "Ofis elemanı olarak davranılmasından rahatsızım. İş ilişkisinde olduğum insanlara rezil edilmekten rahatsızım. Beni çocuk gibi azarlamak yerine benden memnun olmadığınızı söyleyebilirsiniz. Bu ofis ortamından rahatsızım ve mutsuzum. Benim mutluluğum daha önemli. Ayrılmak istiyorum." deyip öyle bir rahatladım ki anlatamam. Benim beklediğim tepki "Biz buyuz, kendin bilir canım" denmesiydi. Fakat öyle olmadı... "Benim seni korumam gerekirdi, haklısın. Bundan sonra daha dikkatli olacağım. Patronla da konuşup sadece bana bağlı olmanı sağlayacağım. Sen de mutsuz olduğun noktaları benimle anında konuşabilirsin. Dertleşebilirsin her zaman." cevabını duyunca salaklığıma güldüm. Neden aylarca depresyonda yaşamışım dedim. Daha önce konuşsaymışım ya. Ama bakalım şimdi neler olacak? Vaad edilenler gerçekleşecek mi yoksa oyalama çabaları mıydı? Acayip rahatladım ama tetikteyim. Siz de sevmiyorsanız gidin konuşun bence...
Tatilin keyfini çıkarın. Görüşmek üzere...

8 Eylül 2013 Pazar

Yeni bir hayat, gerisi bayat!

 
 Hayatı sıfırdan kurup yaşamaya başlamak kulağa hoş gelse de epeeeeeeey zorlukları varmış...
  Bunun için öncelikle bir eve, bir işe ve düzene ihtiyaç vardı. Bende hiçbiri yoktu. Ev aramakla başladığım bu süreçte oldukça zorluklar yaşadım. Ev aradım günlerce. Bütün emlakçılara telefon numaramı bıraktım. Koskoca İstanbul'da doğru düzgün bir ev bulmak ne kadar zormuş! İnternet sitesinde instagram fotoğrafı gibi mükemmel görünen evler yakından bakınca ölü suratlara benziyordu. Bir yandan işsizlik bunalımı bastırırken diğer yandan evsizlik çok koyuyordu.
Derken içi ve yeri güzel bir ev bulup anında tuttum. Kuzenimle birlikte yaşayacağımız için onun da görmesi gerekiyordu tabi ki. Ertesi gün gelip evi gördüğünde beğenmedi ne yazık ki. Bu arada sözleşmeyi yapmış, emlakçı komisyonunu, depozitoyu ve yarım kirayı da ilgili yerlere bırakmıştım bile. Şimdi uğraşmamız gereken, bu sözleşmeyi nasıl feshedeceğimizdi. Avukatlara mı danışmadık, ev sahibiyle mi uzlaşmaya çalışmadık? Hepsini denedikten sonra en sonunda depozitomuzu kurtarabildik. Emlakçımız bize paranın yüzünü bile göstermedi. Neyse giden gitti.
  O evden kurtulur kurtulmaz yeni bir ev bulduk. Bu ev biraz mahalle hayatı yaşatıyor bize. Örneğin evlerden sepetler sarkıtılıyor bakkallara, çocuklar mahallede top oynuyor, penceremde muhabbetler dönüyor. Mahalle esnafı evlere her türlü hizmeti sunuyorlar. Tekel büfe 24 saat çalışıyor, kuaföre gittiğimde Türk kahvemi yudumluyorum aile muhabbetiyle. Bakkal amca "seç beğen al" diyor, serbest bırakıyor. Mahallede dönen olayları bir başka yazımda anlatırım.
  Neyse evi bulunca geriye iş aramak kalmıştı. İnternet sitesinden başvurduğum şirketler aylar sonra geri döndüğü için artık elden başvurmak gerektiğine kanaat getirmiştim. Tanıdıklar devreye girmişti bu zavallı işsiz kız için. Derken bir şirketle anlaştım. Müşteri temsilcisi asistanı olarak başladım görevime. 9.00-18.00 arası çalışıyorum ve hafta sonları da tatilim. Her gün yeni bir şey öğreniyorum. Tekstil gerçekten ayrıntılarda gizliymiş.
  İşi ve evi de rayına oturttum. Geriye aşk kalıyor. O da bana kalsın. :)

Özgür görünümlü tutsak ülke!

Ne medya özgürlüğü, ne halkın düşünce özgürlüğü olan bir ülkede yaşıyoruz. Tek özgür olan başbakan! Yüzde çoğunluğu tutturup seçildikleri için demokrasinin kendileri olduklarına inanıyorlar ama atladıkları şey, seçildikleri için her yetkinin kendilerinde olduğuna inanmaları.
Halk oylaması yani referandum diye bir şeyi atlayıp kendi kararlarıyla bazı şeyleri halka diretmeleri bizim gururumuza dokunuyor. Taksim Gezi Parkı meselesi de bu olaylardan birisi. Gezi parkındaki ağaçlar yıkılıp yerine kışla yapılacakmış, alışveriş merkezi yapılacakmış. Amaç nedir? Tarihten gelen bir içgüdü mü? Yoksa canı mı istedi?  Halka sordu mu? Halk sormadan cevap(tepki) verdiği için polisler üzerlerine salınmadı mı? Silahsız savunmaya çalışan yaşlı, genç Türk insanları yaralanmadı mı, ölmediler mi? Sadece ağaçlar yıkılacak diye bu kadar tepki gösteren insanlara neredeyse geri zekalı muamelesi yapıp yandaşlarının gözleri kapatılmadı mı? Evet gerçekten demokratik bir ülkeymişiz! Hakkını arayan millete biber gazı, portakal gazı, tazyikli su vereceğine tekrardan seçme hakkı ver de görelim demokrasinin gücünü! Tabi bu kadar insandan korkmuyorsan!

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Ayrılığa Dair...

  

  'Umurumda değil, iyi ki bitti. Omuzlarımdan koca bir yük gitti...' Güzel şarkı diyebilirim ama sözlerine gelince tam bir saçmalık! Öncelikle madem umurunda değil neden o kadar düşünüp şarkı sözü yazıyorsun? Şarkı sözünü de yazdın diyelim neden hüzünlü bir melodiyle söylüyorsun? Beyaz'ın eleştirisi bence çok yerinde olmuş ayrıca. Ayrılıktan sonra erkekler ayrılığı bir süre mutsuzluk sebebi olarak algılamadığı için doğru bir tespit olmuş. 

   Belirli bir süre 'Oh be kurtuldum, artık özgürüm!' psikolojisiyle kendilerini eğlence hayatına veren erkekler, yalnız kaldıklarını ancak iki-üç hafta sonra fark etmeye başlarlar. Kadınlarda ise kendileri de ayrılsa, erkek de ondan ayrılmış olsa anında kendilerini depresyon moduna sokarlar. Alışveriş yapmalar, sürekli dışarıda dolaşmalar, kendini eve kapatmalar, ağlama krizleri, belki arada sırada yine O'na mesaj atmalar, saç modelini değiştirmeler, çok yemek yemeler... şeklinde farklı davranışlar ilk iki hafta devam eder. Daha sonra özgür olduklarını fark ederler. İşte tam bu sırada erkek geri dönmek ister, kadın da yalnızlığa alışma evresini tamamlamak üzeredir. Eğer gerçekten iki taraf birlikte olmak istiyorsa birleşebilirler. Ama kadın artık soğuduysa bu birleşme olmaz. Kadınlar ayrılığı baştan sona yaşar, erkekler ise sondan başa... 


   Ayrılıktan önce kadınlar zaten ayrılığın yaklaştığının farkında oldukları için kendilerini hazırlamışlardır bu duruma. Yine de onun bir daha yanında olmayacağını, yaptığı iyi ve kötü şeyleri, anıları düşünerek kendisini üzer ve daha sonra bu üzüldüğü anları hatırlayarak ondan nefret etmeye başlar. Eğer üzülmese sevgisi bitmeyecek ve sürekli ona mesaj atarak, onu arayarak kendinden soğutacak ya da kötü  duruma düşecektir. Kadınlar bunu yapmak zorunda olduğu bir görev olarak görür. 

   Oysa ayrıldıktan çok sonra fark ediyorsun ki kendini üzerek sadece zaman geçirmişsin, ayrılmak da birliktelik de sana çok şey kazandırmış. Daha olgunlaşmışsın ve kendi özelliklerinin, güzelliklerinin farkına varmışsın. Genellikle ayrılıklardan sonra insan kendisine daha çok değer verdiğini fark ederek yaşar. Üzecek insanları fark edip hayatından uzaklaştırır. Her ayrılık bize bir kimlik ve farklılık kazandırır. Yaşlandığımızda yüzümüzde oluşan çizgiler gibi her ayrılığın da bir güzelliği vardır aslında.


   

3 Mayıs 2013 Cuma

Bekarlık mı Evlilik mi?

   Ne kadar 'Bekarlık sultanlıktır.' denilse de bekarlığın mutlaka kötü bir tarafı vardır. Paylaşmak güzel şeydir. Duyguları, olayları, aynı evi, aynı yemeği, aynı yatağı... Doğru insan olduğuna karar verdikten sonra zamanın bir önemi yoktur. Şartlar da önemli tabi ki.

   Evlenmek için iyi anlaşmanın, aynı dili konuşmanın yanı sıra bir de maddi imkan gerekiyor. Her şey anlaşmakla kalsaydı insanlar boşandıktan sonra nafaka istemezdi. Ev, eşyalar, düğün-balayı masrafları evlenmek isteyenlerin korkulu rüyası belki de ama bunlar da hayatta bir ya da iki kez bir insanın başına geliyor. En güzelini istemek hakkı... 

   Herkes evlenmek zorunda mı? Hayır. Bazı insanlar yalnız yaşamayı sever, yalnızlığı değil. Bazıları ailesiyle yaşamayı ister, bazıları da sevdiği insanla yaşamak... Bazı insanlar evlenmek için bu dünyaya gelmiş gibidir. Küçük yaştan evlilik, çocuk hayalleri kurarlar. Bazıları ise evliliği anca orta yaşlarında düşünmek isterler. Aynı evde yaşamaktan özgürlüğün kısıtlanacağı korkusu mudur bunun nedeni? Yoksa ailesinden ya da çevresinden gelen 'evlen' baskısından kaynaklanan bir tepki midir? Hepsi de olabilir. Açıkçası küçükken çevremdeki herkes benim ilerideki evliliğimden bahsettiği için belki utancımdan belki de inadımdan 'Evlenmeyeceğim' derdim ve inatla hiç öyle gelinlik hayalleri de kurmadım. Ben mi anormalim bilmiyorum ama doğamda inatlaşma var galiba bunu kabul ediyorum. 

   Bir insan evlenmek isteyip istemediğine nasıl karar verir acaba? Ev dekorasyon mağazalarını gezerken evet ben de hayal kuruyorum ama ev hayalini yalnız yaşamak için de kurabilirim. Düğünlere gittiğimde kendimi gelinlikle hayal etmiyorum mesela. Hatta düğünlerden nefret ediyorum. Ama evli arkadaşlarımla buluştuğumda özeniyorum içten içe. Çocukları seviyorum ama bu çocuk doğurmak için bahane olamaz, o da büyük sorumluluk gerektiriyor. Ben daha çocuğum!

   Ailem nasıl evlenmiş diye düşünsem zaten hayatta karar veremem evlenmek isteyip istemediğime. Bir kere görücü usulü olmuş. Babaannem annemi görüp beğenmiş, dedemle birlikte annemlere 'kız bakmaya' gitmişler ve annemi beğenmişler. Daha sonra gittiklerinde babam da varmış ve kızı isteyip almışlar. Ben hayatta böyle bir şeyi kabul etmezdim ama o zamanlarda 'adet' böyleymiş. Sonra nişanlılık, kına ve evlilik ve ben. Klasik bir evlenme serüveni...

   Son olarak da evlenme teklifi senaryolarına değinmek istiyorum. Evet ince düşünülünce gerçekten çok heyecanlı ve eğlenceli geliyor kulağa. Hatta evliliğin kıskandığım tek tarafı da bu bence. Bir kere yaratıcılık var(tabi ki yaratıcı sahneler için geçerli). Ben erkek olsam gerçekten bu konuda çok düşünürdüm eminim. Kızlar kaçırdılar beni. :)

   Evlensek de evlenmesek de mutlu olmak tek isteğimiz. Her şey nikah değil ama nikah çoğu şey!



30 Nisan 2013 Salı

Ruh Emiciler, Heyecan Öldürücüler


   Başlığımdan Harry Potter ile ilgili bir şeyler anlatacağımı düşünmüş olabilirsiniz. Korkmayın yaşım o kadar küçük değil. :)

   Bahsettiğim kişiler gerçek hayattan alıntıdır. Sizin en mutlu anlarınızı karartan, geleceğe dair umutlarınıza çamur atan, :) yerine :] olmasına yol açan insanlara 'ruh emici' diyorum. Ne kadar güzel şeyler yaşasanız da mutlaka olayların karanlık yanını da görüp söyleyen kıyamet alametçileridir kendileri. Sizde de 'Acaba?' sorusunu canlandırırlar. Yaptıkları kötü değil aslında. Belki sizin fazla umutlanıp sonradan daha çok üzülmenizi engellemeye çalışıyorlardır. Belki de sizi kıskandıkları için yapıyorlardır, bilemeyiz.

   Çok istediğiniz bir şeyi satın aldınız diyelim. Ruh emici insanın tepkisi: 'Ne gerek vardı ona para vermeye?', 'Bende vardı, söyleseydin verirdim.' Diyelim bir yere gitmek istiyorsunuz. Bunu söylediğinizde ruh emici insan: 'Benim canım bir şey yapmak istemiyor', 'Bugün çıkmasak mı?', 'Orada ne var boşver!'... Karşınızdaki insan sizin yapmak istediğiniz şeyleri küçümseyince hayat enerjinizin söndüğünü hissedersiniz. Hevesiniz kaçar ve sizinle bir şeyler yapmak isteyen insanlarla birlikte olmak istersiniz, diğerlerine öneri bile getirmezsiniz. 

   Bir de özel günleri hatırlamayıp üstüne siz hatırladığınız için suçlu olursunuz. Bin bir çabayla sürpriz hazırlarsınız, süslenirsiniz, hediyeler alırsınız ve sadece 'gel' sözü beklersiniz. Karşıdaki ise unuttuğu yetmezmiş gibi bir de  'Bugün başka bir planım var', 'Bugün çıkmasak mı?' gibi laflar ettiğinde heyecan öldürmeyi bırak sizin onu öldüresiniz gelir ama hiçbir şey söyleyemezsiniz. Sadece ağzınızdan 'peki' çıkar, üstünüzden kıyafetler çıkar ama içinize öyle bir düğüm oturur ki o his size canlar yaktırabilir. Ama tabi ki ruh emicimizin bunlardan hiç haberi olmaz, bilmez hatta düşünüp kafa bile yormaz. Sizi hem hayattan hem de ondan soğutur bu tavırları.

   Peki bu insanlar neden böyle? Neden umursamazlar? Daha önce çok mu heyecanları öldürüldü? Yoksa karakterleri mi heyecansız? Bunları anlamak için ne yapmak gerekir? Bunun için ilk defada karar veremeyiz. Belki gerçekten öyle düşünmüştür. Birkaç kere oluyorsa o kişinin karakterinde vardır. Buna ancak siz karar verebilirsiniz. 

   Ruh emicilere tavsiyem, eğer bizi hayatınızda istiyorsanız biraz daha ilgili ve duyarlı olunuz. Hayal kırıcı değil, destekçimiz olunuz.