Bu ülkede sessizler çok sevildi, seviliyor.
Küçükken sessiz, sakin, kimseye karışmaz, kendi halinde bir çocuktum. Yaşıma göre olgun davrandığımı söyleyenler, kötü bir şey mi yaşamış acaba da böyle sessiz bu çocuk diye düşünenler çoktu çevremde. Hayır, hiç öyle kötü bir olay ne yaşadım ne de kötü olaylara şahit oldum küçüklüğümde. Sesli olup şımaracak bir şey de yaşamadım. Daha doğrusu sesimi çıkarmama neden olacak hiçbir şey olmadı. Bu sebeple çok sevildim. Gerektiğinde konuşmayı doğru bulmuşumdur her zaman. Şimdi konuşuyorum çünkü gerekiyor. Belki şimdi sevilmiyorsam eğer bundandır diye düşünüyorum.
Apolitik bir insandım eskiden ama öyle bir duruma geldik ki politik olmaya başladım. Zorlandım buna bilmediğim sebeplerden ötürü. Zorlandım derken, "konuş!" diyen olmadı tabi. Kendisi gibi düşünmeyen insanları değiştirmeye çalışan ve toptan ortadan kaldırmaya çalışan insanlardan nefretimdendir diye düşünüyorum.
Tayyip ilk iktidar olduğunda ben daha küçüktüm. Çevremden de kötü bir şey duymuyordum onun hakkında. Tek duyduğum sabıkalı olduğuydu. Olsun demiştim, insan bir kere hata yapar. Diğer insanlar da öyle düşündü demek ki seçtiler diye düşünüyordum. Dedim ya o zaman politik değildim diye. İkinci kez iktidar olmadan önce insanlarda gözler açılmaya başlamıştı. Benim ilk oy kullanma zamanıma denk geliyordu, o zaman da belliydi aslında Tayyip'in oyunları ama yine uyanamadı halkımız, yine o aldı seçimi. Yine sustuk, yine sevildik.
Her şey geçen sene Mayıs ayı sonunda değişti. Gezi parkına tek yürek olup girmek, diğer şehirlerden akın akın insanların gelmesi bir başkaldırının sembolüydü ve o ölen masumlar, öldüren polisler, biber gazları, akrepler, tomalar, basınçlı sular, yaralanmalar, gözaltılar öyle gözlerimizi açtı ki susamadım. Bunlara bile "yok artık" derken üstüne yolsuzluklar, hırsızlıklar, öldürmeler, tapeler ve insanların özgürleştiği sosyal medya yasakları eklendi. Artık bu ortamda sadece konuşmamız da yetmeyecek, oy vererek bağırmamız gerekecek.
Şimdi öyle bir ülkedeyiz ki ne yargıya inanıyoruz, ne bizi yönetenlere ne de seçimlerin doğruluğuna. Belki değil bence kesinlikle yarınki seçimde hileler hurdalar yaşayacağız ama bu sefer susmayacağız. Hep birlikte bağırmalıyız. İstedikleri kadar sevmesinler bizi, bizim ülkemizi sevmememizden daha önemli değil ya!
29 Mart 2014 Cumartesi
23 Mart 2014 Pazar
Durmak yok, tacize devam!
Merhaba! Bu Pazar günüm de olaylı geçti. Bu sefer taksi değil, yine bir ulaşım aracı olan metrobüs sayesinde...
Gayet güzel bir sabahtı oysa ki. Çok gizli işler yaptık kuzenimle şimdi anlatamam anca olursa anlatabilirim şimdilik sır olsun. :) Sonra arkadaşlarımızla buluştuk, güneşli ve bol sohbetli bir gün olarak başlamıştık güne. Dönüş metrobüsüne kadar neşemiz devam ediyordu.
Metrobüse Kazlıçeşme mitingi kalabalığını yararak girmeyi başarabilmiştik. Arkamızdaki kız da telefonda mitinge gittiğini falan anlatıyordu bir arkadaşına. Neyse kuzenimle arada bir yere sıkışmış, sinirden gülüyorduk. Ben onun kolunu tutuyordum, düşmemek için. Bir yandan da bacaklarımın üstünde bir kütle hissediyordum, tahminim kuzenimin eli ya da çantasının olması yönündeydi. Bir anda kuzenim kendine yer buldu ve iç kısımlara doğru ilerledi. Ama benim bacaklarımın üzerindeki kütle eksilmedi. Yanımda da sadece bir kişi vardı kütle sahibi olacak. Önce acaba yan kesici mi diye ceplerimin açık olup olmadığını kontrol ettim. Hayır, açık değildi. Derken elimi aşağıya kaydırdığımda yanımdaki adamın elini yakaladım. Resmen elleriyle beni okşuyordu. Bir anda "Ne yapıyorsun sapık herif!" diye bağırıverdim. O kadar sinirlenmiştim ki adamı o anda tokatlama isteği geldi ama malum sıkışıklığımızdan dolayı bir şey yapamadım. Adam da "Aa elim orada mı kalmış"gibi uyuz bir tepki verdi. Ben de "hıı elin orda kalmış şerefsiz" deyip bi anda kendimi şoförün yanındaki boşluğa attım, çantamla her yerimi kapattım.Yanımızda sırtı dönük duran polis hiç oralı olmadı. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, kimlere emanetiz anlayamıyorum. Polis bugünkü mitingde görevini tamamlamış, taptığı adama olan korumasını yerine getirmiş, belki birkaç kişiyi olay çıkarmasın diye öldüresiye dövmüş evine gidiyor ve metrobüste taciz olmasına karşı gösterecek herhangi bir gücü ya da yetkisi yoktu büyük ihtimalle. İşte böyle bir ülkede yaşıyoruz! Orada bana tecavüz de etse kimsenin umurunda olmayacak diye düşünüyordum ki bir anda bir çığlık duydum. Mitinge gittiğini anlatan kadındı bağıran. Sapık adam bu sefer de ona ellerken kadın kendini tutamamış. "Seni buraya bindiğimden beri takip ediyordum, defol git buradan, şerefsiz! Gördünüz mü yine elliyordu" diyerek adama tekme atmaya başladı. Arkadan yaşlı bir amca "Boşver kızım, büyütme, sessiz olalım" falan gibi birkaç kelime gevelerken kahraman kızımız "Ne sessiz olacağım amca, senin kızına, bacına aynı şeyleri yapsa da susar mısın, hepiniz nasıl erkeklersiniz de böyle şeylere göz yumuyorsunuz?" diyerek cevabı yapıştırdı. Sonra bana döndü, "sen de şahitsin değil mi?" diye sordu. Ben de "Evet, sapık adam az önce bana da elliyordu, üstelik polis bile yanımızdaydı, arkasına dönüp bile bakmadı" dedim. Metrobüstekiler "Ayıp, yuh" gibi laflarla adamı kınadılar. Sapık adam da en sonunda "İneyim ben" deyip ilk durakta indi. Tabi inerken de bana sürtünerek beni ilginç bir şekilde ittirdi.
Bu olayı sadece benim yaşadığıma inanmıyorum. Her gün belki onlarca kadın bu gibi olaylara maruz kalıyor ve olayı kapatmamızı söyleyen amca gibi ya da dönüp bakmayan polis gibi konuyu kapatıyorlar ve bu gibi sapık adamlar da metrobüslerde nasıl bir cinsel sapkınlıksa yaşayıp evlerine ellerini kollarını sallaya sallaya gidiyorlar. Siz istediğiniz kadar interneti yasaklayın, içki yasağı koyun, kızlı erkekli takılıyorlar diye evleri basın. Ne olacak suçlar azalacak mı? Sadece başörtülü kadınların değil , böyle bastırılmış bir toplumda yaşayan her kadının hayatı tehlikede bunu asla unutmayın!
Gayet güzel bir sabahtı oysa ki. Çok gizli işler yaptık kuzenimle şimdi anlatamam anca olursa anlatabilirim şimdilik sır olsun. :) Sonra arkadaşlarımızla buluştuk, güneşli ve bol sohbetli bir gün olarak başlamıştık güne. Dönüş metrobüsüne kadar neşemiz devam ediyordu.
Metrobüse Kazlıçeşme mitingi kalabalığını yararak girmeyi başarabilmiştik. Arkamızdaki kız da telefonda mitinge gittiğini falan anlatıyordu bir arkadaşına. Neyse kuzenimle arada bir yere sıkışmış, sinirden gülüyorduk. Ben onun kolunu tutuyordum, düşmemek için. Bir yandan da bacaklarımın üstünde bir kütle hissediyordum, tahminim kuzenimin eli ya da çantasının olması yönündeydi. Bir anda kuzenim kendine yer buldu ve iç kısımlara doğru ilerledi. Ama benim bacaklarımın üzerindeki kütle eksilmedi. Yanımda da sadece bir kişi vardı kütle sahibi olacak. Önce acaba yan kesici mi diye ceplerimin açık olup olmadığını kontrol ettim. Hayır, açık değildi. Derken elimi aşağıya kaydırdığımda yanımdaki adamın elini yakaladım. Resmen elleriyle beni okşuyordu. Bir anda "Ne yapıyorsun sapık herif!" diye bağırıverdim. O kadar sinirlenmiştim ki adamı o anda tokatlama isteği geldi ama malum sıkışıklığımızdan dolayı bir şey yapamadım. Adam da "Aa elim orada mı kalmış"gibi uyuz bir tepki verdi. Ben de "hıı elin orda kalmış şerefsiz" deyip bi anda kendimi şoförün yanındaki boşluğa attım, çantamla her yerimi kapattım.Yanımızda sırtı dönük duran polis hiç oralı olmadı. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, kimlere emanetiz anlayamıyorum. Polis bugünkü mitingde görevini tamamlamış, taptığı adama olan korumasını yerine getirmiş, belki birkaç kişiyi olay çıkarmasın diye öldüresiye dövmüş evine gidiyor ve metrobüste taciz olmasına karşı gösterecek herhangi bir gücü ya da yetkisi yoktu büyük ihtimalle. İşte böyle bir ülkede yaşıyoruz! Orada bana tecavüz de etse kimsenin umurunda olmayacak diye düşünüyordum ki bir anda bir çığlık duydum. Mitinge gittiğini anlatan kadındı bağıran. Sapık adam bu sefer de ona ellerken kadın kendini tutamamış. "Seni buraya bindiğimden beri takip ediyordum, defol git buradan, şerefsiz! Gördünüz mü yine elliyordu" diyerek adama tekme atmaya başladı. Arkadan yaşlı bir amca "Boşver kızım, büyütme, sessiz olalım" falan gibi birkaç kelime gevelerken kahraman kızımız "Ne sessiz olacağım amca, senin kızına, bacına aynı şeyleri yapsa da susar mısın, hepiniz nasıl erkeklersiniz de böyle şeylere göz yumuyorsunuz?" diyerek cevabı yapıştırdı. Sonra bana döndü, "sen de şahitsin değil mi?" diye sordu. Ben de "Evet, sapık adam az önce bana da elliyordu, üstelik polis bile yanımızdaydı, arkasına dönüp bile bakmadı" dedim. Metrobüstekiler "Ayıp, yuh" gibi laflarla adamı kınadılar. Sapık adam da en sonunda "İneyim ben" deyip ilk durakta indi. Tabi inerken de bana sürtünerek beni ilginç bir şekilde ittirdi.
Bu olayı sadece benim yaşadığıma inanmıyorum. Her gün belki onlarca kadın bu gibi olaylara maruz kalıyor ve olayı kapatmamızı söyleyen amca gibi ya da dönüp bakmayan polis gibi konuyu kapatıyorlar ve bu gibi sapık adamlar da metrobüslerde nasıl bir cinsel sapkınlıksa yaşayıp evlerine ellerini kollarını sallaya sallaya gidiyorlar. Siz istediğiniz kadar interneti yasaklayın, içki yasağı koyun, kızlı erkekli takılıyorlar diye evleri basın. Ne olacak suçlar azalacak mı? Sadece başörtülü kadınların değil , böyle bastırılmış bir toplumda yaşayan her kadının hayatı tehlikede bunu asla unutmayın!
16 Mart 2014 Pazar
Hey taksi!
Her gün ya da haftada bir mecbur kaldığımız insanlardır taksiciler. Belki bunu bildiklerinden bazen ters davranırlar, istersen bin istersen in gibi umurlarında olmayan tavırlar sergilerler. Bazen de sohbet etmeyi severler, bu sefer senin konuşasın gelmez.
Geçenlerde bir gün İsveçli müşterilerimi otellerinden alıp taksiyle ofise götürüyordum. Taksici amcanın kafasına bazı sorular takıldı, bana da illa sormam için baskı yaptı. Merak ettiği konu da onların Türkiye'yi nasıl gördüğü, gezi olaylarına nasıl bir tepki verdikleri falan filan. Neyse o kadar baskıya dayanamadım sordum ben de. Cevapları olumluydu, Türkiye'yle iyi ilişkileri olduğunu, gezi olaylarına bir yorum yapacak kadar bilgilerinin olmadığıydı. Taksici amca ise tatmin olmadı, nasıl bilmezler diye söylendi. Ben de ne yapayım adamlar müşterimiz yani, onları sıkboğaz edecek halim yok ya. Neyse konuyu değiştirdi taksici amca bu sefer fix sorulan "Nerelisin" muhabbetine geldi konu. Oldum olası anlamamışımdır bu soruyu. İzmir'de yaşarken kimse sormuyordu, İstanbul'da neden bu kadar popüler bir soru olduğuna hala anlam veremesem de adamcağızı cevapladım, yoksa bizim İsveçlileri sıkıştıracaktı.

Bir başka taksicimiz ise kısa mesafe sebebiyle benimle kavga eşiğine gelmeyi başardı. Ben ki sabırlı, ılımlı, uyumlu biri olarak bilirdim kendimi, gel gör ki o tavırlardan sonra dayanamadım. Sabah geç kalkmışım, uyuyakalmışım, işe yetişmeye çalışıyorum. Zaten dolu geçen taksilerden bir tane boş taksi zar zor bulmuşum. Adama gideceğim yeri anlatmaya kalmadan, "orda çok trafik olur", "ters kalır orası" falan gibi isteksiz isteksiz konuşunca tepemin tası attı. Her gün gittiğim yolda hiçbir zaman trafikte kalmamışım, sanki bilmiyormuşum gibi işine gelmeyince gitmiyor abimiz. Neyse orda sabrımı korudum, adamı ikna etmeye başladım çünkü başka bir taksi bulmak zor olurdu. Sonra adam bir de "yürüsen 10 dakika abla" dediğinde işte orada beni kimse tutamadı. "Yürüsem 10 dakika ama ben bayılıyor muyum sana para vermeye de biniyorum taksine be adam, geç kalmasam biner miyim?" deyip kapıyı çarpıp çıktım. İner inmez de başka bir taksi buldum ve yoluma devam ettim. Sabahımı zehir etti bir taksici.
Bu gibi talihsiz olayların dışında bazı taksiciler çok iyiydi. Demet Akalın'ın şarkılarını arabeske çevirerek söyleyen mi diyeyim, yoksa diyet yemek tarifleri veren mi, ya da esprileriyle güldürmeye çalışan mı? Komiklikleriyle neşelenmemi sağlayan taksici amcalar da gördüm.
Gün geçtikçe taksicilere daha çok muhtaç olmaya başladığımızın farkındayım. Kendi arabam olsa, bakımı, benzini, park parası, yol bulması, içkiliyken binememe, park bulması hepsi ayrı dert şu İstanbul'da. Ne yapalım, yağmurdan kaçarken doluya da tutulsak mecburuz taksilere. İstedikleri kadar metro yapsınlar...
Geçenlerde bir gün İsveçli müşterilerimi otellerinden alıp taksiyle ofise götürüyordum. Taksici amcanın kafasına bazı sorular takıldı, bana da illa sormam için baskı yaptı. Merak ettiği konu da onların Türkiye'yi nasıl gördüğü, gezi olaylarına nasıl bir tepki verdikleri falan filan. Neyse o kadar baskıya dayanamadım sordum ben de. Cevapları olumluydu, Türkiye'yle iyi ilişkileri olduğunu, gezi olaylarına bir yorum yapacak kadar bilgilerinin olmadığıydı. Taksici amca ise tatmin olmadı, nasıl bilmezler diye söylendi. Ben de ne yapayım adamlar müşterimiz yani, onları sıkboğaz edecek halim yok ya. Neyse konuyu değiştirdi taksici amca bu sefer fix sorulan "Nerelisin" muhabbetine geldi konu. Oldum olası anlamamışımdır bu soruyu. İzmir'de yaşarken kimse sormuyordu, İstanbul'da neden bu kadar popüler bir soru olduğuna hala anlam veremesem de adamcağızı cevapladım, yoksa bizim İsveçlileri sıkıştıracaktı.

Bir başka taksicimiz ise kısa mesafe sebebiyle benimle kavga eşiğine gelmeyi başardı. Ben ki sabırlı, ılımlı, uyumlu biri olarak bilirdim kendimi, gel gör ki o tavırlardan sonra dayanamadım. Sabah geç kalkmışım, uyuyakalmışım, işe yetişmeye çalışıyorum. Zaten dolu geçen taksilerden bir tane boş taksi zar zor bulmuşum. Adama gideceğim yeri anlatmaya kalmadan, "orda çok trafik olur", "ters kalır orası" falan gibi isteksiz isteksiz konuşunca tepemin tası attı. Her gün gittiğim yolda hiçbir zaman trafikte kalmamışım, sanki bilmiyormuşum gibi işine gelmeyince gitmiyor abimiz. Neyse orda sabrımı korudum, adamı ikna etmeye başladım çünkü başka bir taksi bulmak zor olurdu. Sonra adam bir de "yürüsen 10 dakika abla" dediğinde işte orada beni kimse tutamadı. "Yürüsem 10 dakika ama ben bayılıyor muyum sana para vermeye de biniyorum taksine be adam, geç kalmasam biner miyim?" deyip kapıyı çarpıp çıktım. İner inmez de başka bir taksi buldum ve yoluma devam ettim. Sabahımı zehir etti bir taksici.
Bu gibi talihsiz olayların dışında bazı taksiciler çok iyiydi. Demet Akalın'ın şarkılarını arabeske çevirerek söyleyen mi diyeyim, yoksa diyet yemek tarifleri veren mi, ya da esprileriyle güldürmeye çalışan mı? Komiklikleriyle neşelenmemi sağlayan taksici amcalar da gördüm.
Gün geçtikçe taksicilere daha çok muhtaç olmaya başladığımızın farkındayım. Kendi arabam olsa, bakımı, benzini, park parası, yol bulması, içkiliyken binememe, park bulması hepsi ayrı dert şu İstanbul'da. Ne yapalım, yağmurdan kaçarken doluya da tutulsak mecburuz taksilere. İstedikleri kadar metro yapsınlar...
9 Mart 2014 Pazar
Olmuyorsa zorlamayacaksın!
Neden başkalarını kısıtlamak, sahiplenmek ya da ruhunu ele geçirmek derdindeyiz ki?
Bırakın nasıl istiyorlarsa öyle davransınlar... Diktatörlük taslamanın ne alemi var yani? Tamam öyle bir hükümetimiz olabilir(!), bizim de öyle olmamız anlamına gelmiyor ki...
Bir kişiyi olduğu gibi kabul edebilmek gerçekten büyük bir işmiş, becerebilene tebrikler! Sizi istemeyen kişilere de saygı göstermek gerekir. Belli bir saatten sonra sorulan hesap, hesap değildir. O baya baya tacizdir.
Herkes kendisi için yaşıyor bu devirde. Evet, güvenecek limanlar da çok uzakta, hatta karanın gölgesi bile görünmüyor. Ne yapalım, hayat devam ediyor sonuçta...
Biraz umutlu olalım. Bir kere giden kaybetmiştir, tamam. Her kaybın sonunda bir kazanç vardır elbet. Neden kendimizi kedere verelim? Her işte bir hayır vardır derler. Niye üzülelim?
Başkalarını üzmekten hoşlanacak kadar sadist değilimdir, hiçbir zaman da olmadım, olamadım. Hep önce kendimi üzdüm sonra başkalarını... Artık büyüdüm sanırım ki önlemimi alabiliyorum. 17 yaşımı dolduralı çok oldu ve ben yaşımı şu an çok iyi hissediyorum. Büyümek, mantıklı olabilmek ve kendi kararını kendin alabilmekmiş. Bu demek değil ki başkalarını dinlemeyeceksin. Tabi ki dinleyeceksin, dinlemelisin. Fakat hep başkalarını dinlersen kendi sesini unutursun, bunu da öğrendim. O yüzden kulağımda seslerle kendi yolumdan yürüyorum. Ne bir hesabım var verecek, ne de hata mı yaptım acaba diye dönüp arkama bakacak zamanım...
Bırakın nasıl istiyorlarsa öyle davransınlar... Diktatörlük taslamanın ne alemi var yani? Tamam öyle bir hükümetimiz olabilir(!), bizim de öyle olmamız anlamına gelmiyor ki...
Bir kişiyi olduğu gibi kabul edebilmek gerçekten büyük bir işmiş, becerebilene tebrikler! Sizi istemeyen kişilere de saygı göstermek gerekir. Belli bir saatten sonra sorulan hesap, hesap değildir. O baya baya tacizdir.
Herkes kendisi için yaşıyor bu devirde. Evet, güvenecek limanlar da çok uzakta, hatta karanın gölgesi bile görünmüyor. Ne yapalım, hayat devam ediyor sonuçta...
Biraz umutlu olalım. Bir kere giden kaybetmiştir, tamam. Her kaybın sonunda bir kazanç vardır elbet. Neden kendimizi kedere verelim? Her işte bir hayır vardır derler. Niye üzülelim?
Başkalarını üzmekten hoşlanacak kadar sadist değilimdir, hiçbir zaman da olmadım, olamadım. Hep önce kendimi üzdüm sonra başkalarını... Artık büyüdüm sanırım ki önlemimi alabiliyorum. 17 yaşımı dolduralı çok oldu ve ben yaşımı şu an çok iyi hissediyorum. Büyümek, mantıklı olabilmek ve kendi kararını kendin alabilmekmiş. Bu demek değil ki başkalarını dinlemeyeceksin. Tabi ki dinleyeceksin, dinlemelisin. Fakat hep başkalarını dinlersen kendi sesini unutursun, bunu da öğrendim. O yüzden kulağımda seslerle kendi yolumdan yürüyorum. Ne bir hesabım var verecek, ne de hata mı yaptım acaba diye dönüp arkama bakacak zamanım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)