30 Nisan 2013 Salı

Ruh Emiciler, Heyecan Öldürücüler


   Başlığımdan Harry Potter ile ilgili bir şeyler anlatacağımı düşünmüş olabilirsiniz. Korkmayın yaşım o kadar küçük değil. :)

   Bahsettiğim kişiler gerçek hayattan alıntıdır. Sizin en mutlu anlarınızı karartan, geleceğe dair umutlarınıza çamur atan, :) yerine :] olmasına yol açan insanlara 'ruh emici' diyorum. Ne kadar güzel şeyler yaşasanız da mutlaka olayların karanlık yanını da görüp söyleyen kıyamet alametçileridir kendileri. Sizde de 'Acaba?' sorusunu canlandırırlar. Yaptıkları kötü değil aslında. Belki sizin fazla umutlanıp sonradan daha çok üzülmenizi engellemeye çalışıyorlardır. Belki de sizi kıskandıkları için yapıyorlardır, bilemeyiz.

   Çok istediğiniz bir şeyi satın aldınız diyelim. Ruh emici insanın tepkisi: 'Ne gerek vardı ona para vermeye?', 'Bende vardı, söyleseydin verirdim.' Diyelim bir yere gitmek istiyorsunuz. Bunu söylediğinizde ruh emici insan: 'Benim canım bir şey yapmak istemiyor', 'Bugün çıkmasak mı?', 'Orada ne var boşver!'... Karşınızdaki insan sizin yapmak istediğiniz şeyleri küçümseyince hayat enerjinizin söndüğünü hissedersiniz. Hevesiniz kaçar ve sizinle bir şeyler yapmak isteyen insanlarla birlikte olmak istersiniz, diğerlerine öneri bile getirmezsiniz. 

   Bir de özel günleri hatırlamayıp üstüne siz hatırladığınız için suçlu olursunuz. Bin bir çabayla sürpriz hazırlarsınız, süslenirsiniz, hediyeler alırsınız ve sadece 'gel' sözü beklersiniz. Karşıdaki ise unuttuğu yetmezmiş gibi bir de  'Bugün başka bir planım var', 'Bugün çıkmasak mı?' gibi laflar ettiğinde heyecan öldürmeyi bırak sizin onu öldüresiniz gelir ama hiçbir şey söyleyemezsiniz. Sadece ağzınızdan 'peki' çıkar, üstünüzden kıyafetler çıkar ama içinize öyle bir düğüm oturur ki o his size canlar yaktırabilir. Ama tabi ki ruh emicimizin bunlardan hiç haberi olmaz, bilmez hatta düşünüp kafa bile yormaz. Sizi hem hayattan hem de ondan soğutur bu tavırları.

   Peki bu insanlar neden böyle? Neden umursamazlar? Daha önce çok mu heyecanları öldürüldü? Yoksa karakterleri mi heyecansız? Bunları anlamak için ne yapmak gerekir? Bunun için ilk defada karar veremeyiz. Belki gerçekten öyle düşünmüştür. Birkaç kere oluyorsa o kişinin karakterinde vardır. Buna ancak siz karar verebilirsiniz. 

   Ruh emicilere tavsiyem, eğer bizi hayatınızda istiyorsanız biraz daha ilgili ve duyarlı olunuz. Hayal kırıcı değil, destekçimiz olunuz.

19 Nisan 2013 Cuma

Diyet ve Ben

   Kadınların ömrü formda kalmak, güzel görünmek için çaba sarf etmekle geçiyor. Zayıf olanı da kilolu olanı da hep fit görünme derdinde. Neler çektiğimizi bir tek biz biliyoruz. 

   Hayatımda hiçbir zaman 'Biraz yesene, çok zayıfsın' denecek kadar zayıf olamadım ve kilomdan her zaman rahatsızdım. İlkokul ve ortaokulda kilolu olduğum için Beden Eğitimi derslerinde hiçbir hareketi doğru düzgün yapamazdım. Rezil olmamak adına izin alıp bir köşede oturmayı tercih ederdim, gerekirse rapor alırdım. Bazı erkek arkadaşlarım benimle 'Şişko patates, yarım kilo domates!' diye alay ederlerdi. Bu sebeple korse giyerdim daha 12 yaşımdayken. Çünkü çok yemek yiyordum. Örneğin 2 tabak bol yağlı makarna(özellikle anneme belirtirdim) yanında ekmek yiyebilirdim. Pasta, kek en sevdiğim yiyeceklerdendi. Bunlara rağmen ailem yememe karşı çıkmazdı, ne de olsa büyüme çağındaydım. Kendim rahatsız olsam da yemeyi seviyordum.

   Liseye başladığım sırada formanın çevremdeki insanlara ne kadar yakıştığını, bende ise çuval giymişim gibi durduğunu farkettiğim zaman diyetle tanıştım. İlk diyetimde sabah 1 salatalık, 1 domates, öğlen 1 yeşil elma, akşam ise 1 şeftali yiyordum. Bunların yanında 3 litre su içiyordum. Bisiklete biniyor, yüzüyor, yürüyüş yapıyordum. 1 haftada 5 kilo vermeyi başarmıştım. O yaz epey zayıflamıştım. Hatta beni görenler 'Diğer yarın nerede?' diye sormaya başlamıştı. Artık her yaz diyet yapıyordum, her kış ise kilo almaya devam ediyordum. Bu nedenle hiçbir zaman zayıf kalamadım. Üniversite sınavına hazırlanırken stresten dolayı tekrardan eski kilolu halime yaklaşmıştım. Sınav sonrası stresimi atmak için yine yazın spora yazılmıştım ama bu ilk spor deneyimim olduğu için ağrıdan başka bir fayda görememiştim. Kilolu da olsam bikini giyiyordum. Beni rahatsız ettiği için kalabalık içinde denize girmiyordum.

   Üniversite 1. sınıftan sonra artık kendime çeki-düzen vermeye karar vermiştim. Yazın hem spor hem diyet yaparak 1 bedenden fazla küçülmüştüm ve okula gelince yine spor ve diyetime devam ederek 36 beden halime ulaşmıştım. Bu sanırım hayatımda en zayıf olduğum dönemdi. Ne yazık ki o dönem yalnızca 6 ay sürmüştü. Sporu bırakmakla yaptığım hatadan sonra tekrardan kilo almaya başladığım zaman bir daha o eski halime geri dönemedim ama şimdi tanıştığım insanlar benim bir zamanlar neredeyse obez olduğuma inanmazlar. Neyse ki ara sıra buhranlarımdan sonra yaptığım diyetler sayesinde çok fazla kilo almadım. Bunun sebebi olarak salatayı ana öğün olarak yemem, kepekli besinleri tüketmem, sabahları uyanınca mutlaka kahvaltı yapmam ve tabi ki sporu ihmal etmemem görülebilir. 
   
   Eskiden bana 'şişko patates' diye hitap eden arkadaşlarım ise benim bu halime şaşırıyor, eski söylediklerine pişman oluyorlar. Ben hala o eski benim, sadece görüntüm değişti. Bu nedenle diyete devam! :)

13 Nisan 2013 Cumartesi

Allah'ın sevgili kulu...

   Şanslı mı şanssız mı olduğuma karar veremiyorum. 'Allah sevgili kullarına en sevdiği şeyleri kaybettirip buldurur' derler ya bende de o durum çok oluyor nedense. 

   Üç hafta önceden aldığım uçak biletiyle önce Gazipaşa'ya, oradan da servisle Anamur'a gitmekti amacım. Başıma bunların geleceğini bilmiyordum. İşlerimi halledip işten biraz erken çıktım ve Taksim'deki servise yetişmek için taksiye bindim. Taksici amcaya uçağa yetişmek istediğimi belirttim. Ancak saat 16:30da Şişli Cuma trafiğine yakalandık beraber. Tabi ki 17:00 servisini kaçırdım doğal olarak. 17:30dakine binebildim. Her şey güzel, köprüde trafik yok, lay lay lom giderken bir anda Üsküdar'da takıldık trafiğin babasına. Saatler ilerliyordu. Babam beni almaya Gazipaşa'ya geliyormuş virajlı Anamur yollarından. Onu aradım ve sanırım uçağa yetişemeyeceğimi söyledim. Artık umudu kesmiştim. Yanımda oturan adam da bana İngilizce olarak ne zamana ulaşabileceğimizi sordu. Bu trafikle yarım saatten önce yetişemeyeceğimizi söyleyince adamı korkutmuş oldum tabi biraz ama ne yapayım panik yaptım mı yapıyorum öyle sakin göründüğüme bakmayın. İranlı bir iş adamıymış ama bana neden bizim İngilizce eğitimine kaçıncı sınıfta başladığımızı sordu anlayamadım. 
   

     Neyse uçaktan 40 dakika önce havaalanına ulaştım. Keşke internetten check-in yapmanın avantajını biri anlatsaydı bana önceden. Bir baktım insanlar epey bir kuyruk olmuşlar, sıra bekliyorlar. Ben de kolay olsun diye orada gördüğüm otomatik check-in makinelerine başvurdum. Kredi kartımı makineye taktım ama beceremedim ve zaten valizimi teslim etmek için kuyruğa girmem gerektiğini anladım. Kuyruktayken Gazipaşa yolcularının önüne geçebileceğimi söylediler, ben de koşturdum hemen. Valizimi verirken kayıp bir kartla ilgili anons duydum ve çantamı yokladığımda kartımın makinede kalmış olduğu gerçeğiyle yüzleştim ama o anda o makineye gidecek olsam kaybedeceğim zamanı ve uçağa 30 dakika kaldığını da göz önün
e alarak kartı iptal ettirebileceğimi düşünüp danışmaya gittim. Fakat ellerine bir kart ulaşmadığını söylediklerinde yıkıldım. Yapacak bir şey yoktu. Ben de artık son kontroller için kuyruğa girdim yine. Tarayıcıdan geçerken adımın anonsunu duydum. Trajikomik bir haldeydim ama 'Beni anons ediyorlar' dedim güvenlik görevlilerine. Onlar da şaşırdı tabi ki ama saat uçağa 25 dakika vardı. 'Yetişemem gidersem' dedim. Adamlar gidersem yetişebileceğim konusunda ikna ettiler beni. Koştum. Danışmadaki kadın beni görünce tanıdı zaten kartımı verdi hemen. Yine son kontrol cihazı için koştum. İnsanlar o kadar aheste hareket ediyorlardı ki ittirmek zorunda kaldım kusura bakmasınlar. 20 dakika kalmıştı ve son anons yapılıyordu uçağım için. Benimle birlikte koşan takım elbiseli insanlarla çok eğleniyorduk. Derken çantamdan düşen eşyaların sesleriyle uyandım hayal dünyamdan. Tokamı yerde gördüm ama umursamadım. Adamın biri 'Sanırım kredi kartı.' dediğinde durdum, içimden 'Kesin benimdir o zaman.' deyip adama teşekkür ettim. Ben koşuma devam ettim büyük ciddiyetle. Son otobüsü ve önünde açılmış büyük bir kapıyı görünce nasıl mutlu oldum anlatamam. Görevli 'Gazipaşa' der demez 'Benim!' diye bağırdım resmen. Otobüse bindiğimde 10 dakika vardı uçağa ama 5 dakika da diğer yolcuları bekledik. Keşke daha yavaş gelseymişim diye düşündüm. 
   
   Uçağa binip Gazipaşa'ya ulaştığımda toprağı öpecektim. Babam da panik olmuş ama belli etmiyordu biliyordum. Biraz benzeriz. Bu kredi kartı ve bu tatil benim hakkım diye düşünüp eve geldiğimde çok güzel uyudum. Allah'ın sevgili kuluyum gerçekten...

12 Nisan 2013 Cuma

İnsanlar Neden Spora Gider?

   İnsanların neden spora gittiklerini incelemek istedim bu yazımda. Fakat yanlış anlaşılmasın neden spor yaptıklarını değil, neden spor salonuna gittiklerini.

   Kadınlardan başlamak istiyorum çünkü onların sebepleri sınırlıdır. Birincisi kiloludur, para verdiği için kendini spora gitmeye zorlamak için yazılmıştır. İkincisi manken ya da dansçıdır, vücudunu koruması gerektiği için yazılmıştır. Bunlardan hiçbiri değilse kendisine sevgili arıyor olabilir, zaten makyajıyla spor yapmaya çalışıyorsa bunu anlarsınız.

   Gelelim erkeklere... Bir erkek spora gidiyorsa mutlaka kadınlar içindir. Öncelikle formda bir vücut için spor salonuna giderler(kadınlar için). Bu formda vücuda kas yapmak için giderler(kadınlar için). Formda olsalar da olmasalar da güzel kızlarla tanışmak için giderler. Eğer sevgilileri varsa ya da evlilerse de yine kadınlar için giderler. Eşleri için olmasa da giderler. Burada bir anımı anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz aylarda gittiğim spor salonundan bir adam benimle tanıştı. Kuaför olduğunu, arkadaşlarıyla yaşadığını söyledi. Her spora gidişimde beni beklerken buluyordum. Spor yaparken de yanından ayrılmıyordu, üstelik sürekli bir yerlere davet ediyordu. Bu durumdan rahatsız olduğum için spora bir süre ara verdim ve o adama da 'Sevgilim izin vermiyor' diye yalan söyledim. 1 ay spora gitmediğim için verdiğim kiloları geri aldım tabi ama spora geri döndüğümde yine onu orada buldum. 'Hayırdır nasıl izin aldın?' diye ağzımı aradığında 'İkna ettim.' diye cevap verdim, o da devam ettiğini düşünüp uzak durdu benden. Adamı terslesem vereceği tepkiden korktuğum için ağır konuşamıyordum. Onu gördüğümde kulaklıklarımı takıp uzaklaşıyordum. Derken bir gün bir kadın ve bir çocukla birlikte spor salonuna geldiğinde evli ve çocuklu olduğunu anladım. Keşke yanına gidip 'N'aber canım?' deseydim dedim kendi kendime ama karısı ve çocuklarına üzüldüm. Daha sonra o da gelmedi spora zaten, ben de kurtuldum. Böyle insanlarla karşılaşınca nasıl güveneceksin erkeklere değil mi?

   Peki bir erkek spor salonunda nasıl muhabbet kurup kadınlara yaklaşır?  Genelde spor konusunda taktik vermek amacıyla aniden konuya girerler, sanırsınız spor eğitmeni! Bazıları aynı spor aletinde sıra bekliyor gibi yaparak konuşmaya başlarlar. Bazıları ise Foursquare'de eğer orada check-in yaptıysanız hemen arkadaşlık talebi gönderirler.

   Erkeklerin spor salonundaki en komik görüntüleri Rus kızlarının salonda spor yapmasıyla ortaya çıkıyor, buna şüphe yok. Öncelikle Rus kızı nerede spor yapıyorsa oralara yaklaşılıyor, İngilizce bilenler birkaç soruyla muhabbete başlıyor, sevgilisi ile birlikte spora gelen erkekler sevgilisi spor yaparken göz ucuyla kızları süzüyor. Sevgilisi ona bir şey anlatırken Rus kızlarına bakan erkek bile gördüm ama sonucunu hiç merak etmiyorum. Tabi salona sevgili bulmak için gelen kızlar da Rus kızlarının gelmesiyle ortamdan uzaklaşıyorlar sessizce.

   Anlattığım gibi spor salonu o kadar masum bir olay değil ama etkili tabi ki ne konuda istiyorsanız. Kadınlar genellikle forma girmek için spor salonuna gitseler de erkekler her zaman sosyalleşmek için giderler.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Baskı ve Özgürlük Kavgası

   Özgür müyüz yeterince? Büyük bir çoğunluğumuz özgür olduğunu iddia ediyor. Davranışlarımızda her istediğimizi yapabilmek midir özgürlük? İstediğimiz düşünceye sahip olabilmek mi? Bence özgürlük, kendi yapmak istediklerimizi başkalarının ne düşündüğünü önemsemeden yapabilmektir. Bunun sonucunda yalnız kalmayı göze alarak hem de.

   Günümüzde gençler daha özgür. Oysa atalarımız zamanında 'büyük' faktörü her zaman daha önemli olmuştur. Hatta büyüklerin her istediğini yapmak bir zorunluluk kabul edilmiştir. Büyükler sofraya oturup tatmadan yemeğe başlamamak, büyükler oturmadan koltuğa oturmamak, büyükler onay vermeden evlenmemek vs. Bunlara karşı gelindiğinde ise çeşitli cezalara maruz kalınmıştır. Şimdi bunlardan bahsedilmiyor bile... Aç olan yemeğini yiyor, oturmayı bırak ayaklarını dikip uzanıyorlar bile. Evlenmek isteyen yine izin alıyor belki ama evliliğine karşı gelindiğini neredeyse hiç duymadım. Daha özgürüz buna şüphe yok. Sadece gelecek nesillerin bizden daha özgür olabileceği düşüncesi aklıma takılmıyor değil. Nereye gidiyoruz bilemiyorum?

   Çoğumuz özgürlük düşüncelerini içinde saklasa da uygulamaya geçiren ve yadırgananlar da günden güne artıyor. Özellikle büyük şehirlerde ve ailesinden uzakta yaşayanlarda bu uygulama kısmı daha çok görülmekte. Daha mı mutlular? Belki evet ama yanlış yapmaktan da korkarak pişmanlık da duyabilmekteler. Özgürlüklerini yaşasalar da içlerinde bir tutsaklık hissederler. Onay almamaktan duyulan korkudur belki de... Üniversitede okuduğum zamanlarda memleketime tatile gitmek için otobüse binmiştim. Yanıma bakımlı, hoş bir kız oturmuştu. Yol boyunca biraz sohbet etmiştik. Eve ulaşmamıza birkaç saat kala, son moladan sonra yanımda baş örtülü bir kadını görünce şaşırmıştım. Meğer sadece ailesinin yanında örtünüyormuş o kız. Bu tip ikili hayat yaşayan insanların çok olduğunu biliyorum. Yine evine içki girmeyen bir ailede yaşamış ama üniversite yaşamında aileden uzaklaşınca içkiye başlamış o kadar fazla insan var ki artık şaşırmıyorum diyebilirim. 

   Büyüme çağımdayken çevreme baktığımda sigaraya başlamış, hatta sigara içtiğinden ailesinin haberi olup da yine de saygı nedeniyle ailesinin gözünün önünde içmeyen insanlar çoğunluktayken, şimdi sigara içtiğini biliyor diye neredeyse 'Baba, yak bir sigara sen de.' deyip karşılıklı sigara içen aileler de var. 

   Hangi insanlar özgür geliyor kulağa? Aklındakileri gizli gizli yapanlar mı, herkesin gözü önünde yapanlar mı? Bence her şeyden haberdar olmak isteyen ailelerin gizliliği ortadan kaldırmak için her şeye izin vermesi yeni nesile o özgürlüğü veriyor. Yeni ve eski arasında kalan nesil ise sadece etrafı algılamaya çalışıyor.
  
   


7 Nisan 2013 Pazar

Niçin Eğitim?

   Çocukluğunda 'Büyüyünce ne olacaksın?' sorusunu duymayan kalmamıştır diye düşünüyorum. Çok saçma bir soru... Hangimiz istediğimizi olabiliyoruz ki? Hangimiz gerçekten istediğimiz şeyi o yaşta bilebiliyoruz? Gerçi isteklerimiz sürekli değiştiği için ne istediğimizi tam olarak da hiçbir zaman bilemiyoruz ama yine de bildiğimiz yönde çaba gösteriyoruz.
   Ne yazık ki Türkiye'de istediğini bilmek de almak da çok zor. İlkokuldan ezberlemeye başlıyoruz ve bu ezber eğitim hayatımızın sonuna kadar devam ediyor. Sınavda ezberlediklerinizi soruyorlar, cevaplıyorsunuz belki kazanıyorsunuz o sınavı, belki kazanamıyorsunuz. Sonuçta ezberlediğiniz kadar bir geleceğe adım atıyorsunuz. Neden ezber diyorum? Yaşayarak öğrenmediğimiz için. Coğrafyayı gezerek mi öğrendik? Kimyayı deney yaparak mı? Peki bunları öğrendik de şimdi hayatımızda kullanıyor muyuz? Evet, bilgi yarışmalarında...
   Eğitim ve sınav çok önemli diyoruz. Peki yeterli eğitimleri aldığımızı düşünüyor muyuz? Ya sınavlar doğru bir kriter mi? Şöyle anlatayım: Çocukken ebe olmak istiyordum. Biraz büyüyünce bir arkadaşımdan duyup eczacı olmak istedim. Oysa kan görsem damarlarımda bir acı hissederim. Sonra mimar olmaya karar verdim. Üniversitede okurken teknik resim dersiyle tanışınca 'İyi ki olmamışım' dedim. Üniversite sınavı sonucumu değerlendirirken ,küçükken 'Mühendis olmayacağım' dememe rağmen, danışman hocalarım ve ailem sayesinde tercihlerime mühendislik yazdım. 12. tercihim tekstil mühendisliğini kazandım. Ne yazık ki aslında ne olmak istediğime üniversitenin son sınıfında aldığım seçmeli ders 'Pazarlama' ile karar verdim. Geç mi olmuş? Evet... Ben lisede pazarlamanın ne olduğunu öğrenseydim, öncelikle eşit ağırlık bölümünü seçecektim. Daha sonra işletme seçip pazarlama dalında kendimi geliştirecektim. Peki şimdi geç mi kaldım? Belki hayır ama lise 1e geri dönersek şu anda eksi sekiz yıldayım. Bu açığımı yurt dışında kendimi geliştirerek kapatacağım, çünkü yabancı dilim de bu zamanda zedelendi. İşe alınırken de 'Neden pazarlama istiyorsun?' sorularına cevap veremedim. Seviyorum desem 'Hiç pazarlama yaptın mı?' diye soruyorlar. O yüzden iş hayatımda da pazarlama konusunda çalışmıyorum.
  Eğitime önem veriyoruz ama insanların ne olmak istedikleri doğuştan bilinmiyor, öncelikle neyin eğitimini almak istediklerine yaşatarak karar verilirse herkes işini severek yapacaktır. Bu da ülkemizin geleceğini sağlamlaştıracaktır. Benden bu kadar...

3 Nisan 2013 Çarşamba

Kadınlar Neden Aramaz?

   Bir kadınla flört ediyorsunuz diyelim ya da siz öyle düşünüyorsunuz. Eğer sizi aramıyorsa mutlaka belirli birkaç nedeni vardır. 
   Birincisi onu kızdırmışsınızdır. Bir şey için söz vermiş olabilirsiniz. Kadınların en büyük özelliği hafızalarıdır bunu sakın unutmayın. O sözü mutlaka hatırlarlar. Siz unutursanız onu önemsemediğinizi düşünürler ki bu yüzden arayarak sizi rahatsız etmek istemezler(!). 
   Bir diğer sebep olarak onları sadece boş zamanlarında aradığınızı fark ederlerse aramayı keserler. Kadınlar geçici değil, kalıcı olmak isterler. Bu yüzden güven duyguları zor gelişir, özellikle de geçmişte bu duygu yeterince zedelendiyse... Bir kadını boş zaman etkinliği, ki biz ona hobi diyoruz, olarak görüp sadece işiniz olmadığında ya da yalnız kaldığınızda ararsanız o da aynı şekilde yapmaya çalışır. Hatta o boş zamanlarını tamamen doldurmak için ekstradan etkinlikler yaratır. 
   Üçüncü olarak en basit nedeni söyleyebilirim. Hoşlanmıyordur. Erkekler bu düşünceyi kabul edemedikleri için bu sırada söyledim. Çünkü bir kadının ondan hoşlanmaması olanaksız bir şey gibi düşünürler. Örneğin siz onu aradınız, açmadı. Yüzde doksan görmediğini düşünürsünüz. İkinci kez aradığınızda yine açmıyorsa meşgul olduğunu, üçüncüde başına bir şey geldiğini... Belki onuncuda sizden hoşlanmadığı aklınıza gelir. Üzgünüm hayatta böyle bir gerçek de var. Bir kadın sizden gerçekten hoşlanıyorsa mutlaka bir gözü telefondadır. Açmazsa sadece birincidedir, o da gerçekten meşgul ise.
   Bir diğer sebep olarak o aradığında onu meşgule almış olabilirsiniz. Tamam, diyelim meşgule de almadınız ama meşgul davranmış olabilirsiniz. İlgisinden sıkıldığınızı gösterdiyseniz aramazlar. Biz kadınlar sürprizleri ve hediyeleri seven canlılarız. Hatta bunu sevgi göstergesi olarak bile algılayabiliriz. Özel bir gün unutulduğunda ya da gerektiği gibi kutlanmadığında da tavır göstergesi olarak aramayabiliriz.
    En kötü aramama sebebi olarak da bir başkasıyla görüşüyor olmamız gösterilebilir. Gerekli ilgiyi bir başkasında bulduysak ve bizim zamanımızı dolduruyorsa niye ilgisiz birini aramakla uğraşalım değil mi? Kusura bakmayın ama ilgilenseydiniz. Sonuçta kadınların ilacı ilgi ve sevgidir, onları elde tutmak da erkeklerin elindedir.

1 Nisan 2013 Pazartesi

Güzel Pazar Çilesi

   Güzel bir haftaya merhaba,
   Bu hafta sonunu İstanbul'da geçirdiyseniz bol bol D vitamini almışsınızdır diye düşünüyorum. Hava o kadar güneşli ve sıcaktı ki yazlıklarıyla dolaşan bir sürü insan gördüm. Hatta termometrede 34 dereceyi bile okudum, inanamadım.
   Sıcak bir gün için otobüse binmek gerçekten eziyet İstanbul'da. Özellikle de deniz kıyısına gidiyorsanız... Herkes mi Bebek'e, Ortaköy'e gitti bu Pazar? Zaten normalde de sıkışık olan otobüslere 34 derece görünen havada binilince hissedilen 45 derece oluyor. Metrobüs ve metro sıkışıklığından daha kötü bir şey varsa o da otobüste sıkışmak ve trafikte saatlerce beklemektir. Orta kapıyı açan otobüs şoförü amcalar sağ olsunlar, her milim boşluğu itinayla doldurarak insanlara ulaşım hizmeti sağladılar. 
   Ortaköy iğne atsan yere düşmeyecek bir haldeyken biz kalkıp Bebek'e gitmeye karar verdik. 15 dakika otobüs bekledik, 15 dakika da herhangi bir vasıta bekledik ancak gelen giden olmadı. Son çaremiz iphonedaki 'Bi Taksi' diye bir uygulama oldu. Neredeysen senin yerini bulup oraya en yakın taksiyi gönderiyorlarmış. Denemek bedava dedim bilgilerimi girip üye oldum ve taksi ara tuşuna bastım. 1 dakika içinde 'Taksiniz yolda.' yazısını gördüm. Tam şaşırıyordum ki bir numara aradı. 'Nereye gideceksiniz hanımefendi?' diye soran taksiciden öğrendim ki yollar sıkışıkmış ve hiçbir vasıta Bebek'e gidemiyormuş. Olsun sonuçta teknolojinin canına kurban, yolun kapalı olduğunu bilmesek beklerdik orada ağaç gibi.
 
Boynumuzu büküp tabana kuvvet diyerek yollara düştük. Neyse ki iki durak gittikten sonra bir otobüs bize ulaşabildi. Yine sıcak, yine kalabalık, yine havasız ve bol trafikli bir bekleyişten sonra birkaç durak kala dayanamadık attık kendimizi sahil yoluna. Yürü yürü en sonunda ulaştık hedefe. Nereye girsek tıka basa dolu olduğu için bir kahve dükkanına girip oturduk. Kardeşimi gezdirmek için çektiğimiz çilelerden sonra kardeşim o kadar rahat ki taktı kulaklıklarını beni falan unuttu. 'Sıkıldım, of pof, hiç moral toplayamadım' gibi sözlerle beni zaten çileden çıkaran kardeşimin o kadar ayak ağrısı çekerek yürüdüğümüz yollardan sonra beni unutarak müzik dinlemesi gerçekten yıldırıcıydı. O yaşlarda bir ergeni nasıl eğlendirebilirim ki? Manzaraya götürsem 'Manzarayı ne yapacağım?', müzikli eğlenceye götürsem 'Müzikler çok kötü!', alışveriş merkezine götürsem 'Alışveriş yapmak istemiyorum.', yemeğe götürsem 'Midem rahatsız, yemek istemiyorum.'. Sonunda  onu leyleklerin getirdiğine karar verdim. O kardeş benim olamaz herhalde.
   Tabi ki tüm gün böyle sürmedi. Akşam yine otobüse bindik Zekeriyaköy için. Bebek'ten 30 dakikada çıkabildikten sonra gideceğimiz yere ulaşmamız 15 dakika sürdü ve amcamla buluşabildik en sonunda. Artık güzel bir yemek ve içki ziyafeti bizi bekliyordu ve güzel muhabbetle günü noktaladık. Tabi ki ulaşımın doruklarında yaşadığımız günden sonra ayakları dikip yatması da ayrı bir keyifliydi. Deliksiz bir uykuyla güne başladım.
    Haftanız güzel geçsin. Görüşmek üzere.